İnsanların karakteristik özellikleri olduğu gibi markalarda da bu özellikler görülür. Hemen hemen bir insanla aynı yaşam biçimine sahiptir. ( doğar,büyür ve istisnai durumlar dışında ölür ) Marka karakteri güçlü, çekici ya da yardımsever olabilir. Markayı seçerken de sahip olduğu ya da kendinde olmasını istediği özelliklerinden dolayı veya kendisiyle ilişkilendirdiği için o markayı seçer.
Markalar karakteristik özelliklerini oluştururken en başta başvurdukları yöntemler arasında duygusal veya soyut özelliklere vurgu yaparak tüketici zihninde büyük bir yer kapabiliyor. Yani insani duygular ( Sevmek,paylaşmak vb. ) üzerinden sanki tüketicileriyle aynı şeyleri düşünüyor ve onlarla aynı şeyleri paylaşıyormuş havası vererek onlardan biri olduğunu insanlara aşılamaktadır. Bu stratejiyi çok güzelde uyguluyorlar, çoğumuz markalarla yatıyor, markalarla kalkıyoruz. Hiç kendimize sorduk mu ? " ben bu markayı neden kullanıyorum. ? " diye. Çoğumuz belki bu sorunun cevabını veremeyiz ama markahobilik hepimizde vardır. Bir telefon alırken Iphone'nu tercih etmek, giyim alışverişlerinde Defacto'yu tercih etmek, içecek markasında coca-cola'yı tercih etmek, araba alırken Opel'i değilde Mercedes'i tercih etmek gibi karakterimize en yakın markaları tercih etmekteyiz. Kısacası;
Markalarımızı seçerken, bir eş bir dost seçer gibi seçiyoruz. Şöyle bi' düşünelim; Bugün neden çoğu bakanlıklarda ve yüksek mevkilerde bulunan insanların altında Opel marka değilde Mercedes marka otomobiller var ? Grafik tasarımcılar neden Mac'e hayranlık duyar ve onu kullandığında ayrı bir sempati duyar ? Nedenlerini düşündüğümüzde aslında taşlar yerine oturuyor. Gelin bunları beraber cevaplayalım; Mercedes zaten bir Alman menşei olması onu zaten bir adım öne çıkarmaktadır. ( Alman markaları mühendistlik harikaları ve sağlamlığıyla bilinir) Diğer bir algısı ise; Prestijli bir marka olduğunu tüketicilerine göstermektedir. Bunu yine yaptığı reklamlarda ve Dizilerde yüksek mevkide olan insanların altında Mercedes marka otomobil vererek, o diziyi izleyen insanlarda prestij olgusunu aşılamaktadır. Ben buna her zaman sağ gösterip, sol vurma taktiği demişimdir. Nedeni ise; o diziyi izleyen insanların beğendikleri karakterler muhakkak vardır. Beğendiğimiz ve sevdiğimiz bir insanın Mercedes kullanması, hiç farkında olmadan o karakterin özellikleriyle bütünleştiriyor ve kullandığı markaya da sempati duyuyoruz. Bu strateji direk markayı tüketici zihninde algılanması gereken karakteristik özelliği ile birlikte yer edinmesini sağlar. Gelelim Mac'a, mac her tasarımcı diyenin kullanamadığı ve kullanana da ayrı bir hava katan bir marka olarak algılanmaktadır. Tabi biraz daha açarsak, " Mac candır, gerisi yalandır." diyenleriniz bile olabilir. Mac'in özelliklerine bakacak olursak, iş hayatı standartların üzerinde yaşamayı, tasarımcılara 3.boyuttan 4.boyuta geçmeyi, hayal gücünün üst seviyede tutmayı ve sınırlılığın olmadığını, güçlü olmayı, farklı olmayı tüketicilerine vaat etmiş ve kullanmayanın bile bir gün kullanmayı hayal ettiği bir markadır.
Markalar her ne kadar canlı birer varlık olamasalar da tüketicilerine verdikleri hisler ve duygularla sanki onların hep yanında olan vazgeçemediği birer insanlarmış gibi hayatlarına devam etmektedir. Tüketicilerin çoğu o ürünün sağladığı somut yararlardan çok o markaya sahip olmak için nedensiz satın alabiliyor. Kısacası; markalar artık en iyi dostlarımız, aile fertlerimiz, hayat arkadaşlarımız arasında yer alıyor.